DENEY-I

Hindistan cevizi kokusunu duyduğumuzda oturma odasındaydık. Oda maksadı dışında kullanılmıyordu, sadece oturup susuşuyorduk orada.
-Babaannemdir, dedi. Yine kurabiye yapıyor.
Oysaki ikimiz de bilirdik, onun babannesinin tatlı anlaşıyışı sulandırılmış pekmezle sınırlıydı. Sehpaya eğildi, cama yansıdı, sağdan ve soldan baktı kendine:
-Saçlarım dökülüyor. Eskisi gibi değilim, dedi.
-Kim öyle ki?
-Edebiyat mı yaptın, felsefe mi?
-Sadece konuştum.
-Sen de eskisi gibi değilsin.
- Saçların dökülüyor o kadar, dedim.
Kalktı, odasına geçti. Onun, odasına kapanıp her defasında başka biri olarak çıkışlarına alıştım artık. Bu onun evcil hali, vahşiliğine rastgelmedim zaten. Acaba nasıldı o zamanlar?
Kapanışı kısa sürdü. Pijamasını giymek için gitmiş sadece. Geldi odaya, sessizce, kanepeyi incitmeden oturdu.
-Değiştim mi?
-Hep aynısın Osman. Hep değişkensin.
Oturduk, sustuk yine. Hayal kurmak istedim ama onun yanında bunu yapamazdım ki. Gözlerimi kapadım, hayallerimi görmesinden korktum.
-O Hindistan cevizi kokusu nereden geldi ki?
Gözlerimi açıverdim:
-Tropikal bir rüzgâr esmiştir.
-Ta Jamaika'dan buraya öyle mi?
-Jamaika'da hindistan cevizi olur mu?
-Bilmiyorum, hiç gitmedim ki.
-Çay ister misin Osman?
-İstemem.
Onunla konuşmak istiyorum fakat başaramıyorum. Rüyamda görsem keşke, doya doya sohbet etsek. Böyle karşımdayken, elleri dizlerinde, sırtı dimdik, misafir gibi otururken soru bile soramıyorum.
-Eskisi gibi değil miyim sahi?
-Eskiden nasıldın Osman?
-Bence böyleydim.
-Bence de.
Benden önce yaşadığına inanamıyorum, oysa ben ondan önce hiç yaşamamış gibiyim, hatırlamıyorum yaşamışsam da.
Hep bu koridorda yürüdüm sanki, başka ocakta kahve pişirmedim, başka halı silkelemedim, hep bu kahverengi çiçekli halıya bastım.
-Kahverengi çiçek olur muymuş?
-Kahverengi sadece kahvenin rengidir.
-Kahve bitkisinin çiçeği yok mu yani?
-Belki de halımızdaki bir kahvenin çiçeğidir Osman.
Halımız, dedim. Onunla ortak mallarımız var. Beraber kullandığımız fakat her zaman benim temizlediğim eşyalar.
-Ezan mı okunuyor?
-Hayır, televizyonun sesi.
-Bizimkinin mi?
-Bizim televizyonumuz yok ki.
O da biliyor, hatırlıyor ortak olduğumuzu. En azından bunu kabullenmiş durumda. Hindistan cevizi kokusu onu eskiye mi döndürdü acaba?Eski, eskiden nasıldı ki?
Bu kez ben çıktım odadan. O hâlâ dimdik, rahatsız oturuyor. Mutfaktan ince uzun bir bardak aldım. Cam sürahiden doldurdum. "İyi su" içerdi hep. "Hep"diyorum ya, yalan gibi geliyor. Onun eskisini, eski halini sahiden biliyor muyum ki? Düşünmek istemiyorum bunları. Yalnız kaldığımda incecik bir karınca katarı gibi çıkıyor harfler deliklerinden. Sorular oluşturuyorlar birleşerek: "O eskiden nasıldı?"
Elimde bir bardak su ve minik bir hapla odaya döndüm.
-İlacın Osman.
-Acaba saçlarıma iyi gelir mi?
-Başın için değil mi bu, elbet iyi gelir.
-Beni hep kandırıyorsun.
-Sen de beni.
-Ödeşiyor muyuz ne?
-Ödeşiyoruz.
İlacı içti. İyi aile terbiyesi görmüş kızlar gibi ayakta bekledim bardağı bitirmesini. Mutfağa dönünce de yıkayıp tezgahın üzerine ters çevirdim süzsün diye. Ellerimi eteğimde kuruladım. Bu sırada Osman'ın odasının kapısı sessiz bir tıkırtıyla kapandı.
-Yine kendine gitti, dedim.
-Kendimdeyim, diye seslendi. Kulaklarının bu kadar iyi duymasından rahatsız oluyorum. Bu yüzden yazıyorum bunları zaten, beni duymasın diye.
Odama geçerken:
-Bir şey istersen seslen, dedim. Kapıya çıktı:
-Hatırlamak istiyorum, dedi.
Bense ona eskiyi hatırlatmasın diye ne var ne yok atmıştım çöpe.
-Sen çok iyi bir adamdın.
-Yanlış hatırlıyorsun.
-Sen de hiç hatırlamıyorsun, dedim. Gülümsedi. Seviyorum onun bu halini.
-Bu ne kadar sürecek, bu unutmalarım, bu kendimi bilmeyişim.
-Ben seni biliyorum.
-Yeter mi?
-Şimdilik yeter.
-Başım çatlıyor. Kafatasım beynime yetmiyor artık.
-Düzelecek Osman. Her şey düzelecek. İlacın dozunu azalttım, yakında tamamen kurtulacaksın.
-Hatırlayacak mıyım peki?
-Hayır, tamamen unutacaksın.

Yorumlar