Veni, Vidi, Vici...

Bir takım değişiklikler olacak. Söylemedi demeyin. Boş yere konuşmuyorum. Haberini aldım. Bir takım değişiklikler olacak. Eli kulağında.

Evet bu kısa ikazımızdan sonra başları hızlı, sonları ise iki ileri bir geri kıvamında geçen temmuz günlerinden bahsedelim isterseniz.

Başka bir mecrada da belirttiğim gibi bu mevsimde hep binalara benzerim.

Evet bu kısa hal tercemesinden sonra başları ve sonları gayet hızlı bir kıvamda geçen yıllık izin günlerinden bahsedelim isterseniz.

Yaklaşık on günü aşkın bir süredir kaleme kağıda dokunmadan geze geze, göre göre, yata yata vaktimi geçirdim.

Neler yapmadım ki?

Memleketime gittim. Safranbolu’ya –içinizden “a orada evler var” dediğinizi duyabiliyorum- yani. Geçen seneler olsaydı tepkim "hey orada insanlar da var" olurdu. Ancak, bu sene durum biraz farklı.

Şöyle ki; bu sene, kene korkusuna, o gecesi gündüzü turist ve ahalisinin icabetiyle dolup taşan Zağfiranbolu gitmiş, sokaklarında kedilerin ve sansarların, “hatırla maziyi mes’udu sen de ben gibi yan / Tulu’a bak beni yâd et guruba bak beni an” isimli Münir Nurettin Selçuk eserini icra ettikleri bir hayalet kasabaya dönmüş.

Kimseler gelmemekte, gelenler kalmamakta, kalanlar alışveriş yapmamakta, alışveriş yapılmayan esnaf kan ağlamaktaydı. İşte bu manzara karşısında ilçenin göbeğinde çook büyük puntolarla yazılmış “WORLD HERITAGE CITY” tabelası daha bir manidar olmuştu benim için.

Burayı görmek için o dünyanın diğer tarafından gelen irili ufaklı Japonlar’ın -hemen ilçenin Kıranköy ismiyle anılan yeni bölgesinde Japon-Türk dostluk parkı bile vardır- sayısında bile gözle görülürbir azalma olmuş, gelenler de günü birlik başka mekanlara hareket eder olmuşlar.

Özetle durum içler acısı dostlar. Neyse, beni derinden etkileyen bu tablodan sonra elbetteki benim köyüm var ve ben orada beklediğim çoşkuyu bulurum beklentisiyle köyüme doğru yollandım. Ancak, durum orada da pek farklı değildi. Çoğu ev kapalıydı. Üstelik ortalık kavruluyordu. Küresel ısınma denen hadiseyi ilk defa içim böylesine cız eder şekilde müşahede ettim.

Tüm bunların kederini, yine ailemi görmenin sevinciyle bastıracağımı ümid ettim. Çok şükür onlar beni hayal kırıklığına uğratmadı. Kaldığım süre boyunca bendeniz keneden süneden çekinmeden –hayvancılık yapılan her yerde kene vardır erenler, ancak bildiğiniz gibi kenenin mutasyona uğramamış olanı makbuldür- dağa bayıra vurdum kendimi. Cumbalarda çay içmeler, bostanlarda mısır közlemeler, dalından meyve yemeler, ızgaralar, mangallar, dağı taşı gezmeler, sabah envai çeşit kuş sesiyle erken kalkmalar, ikindi uykuları, akşamüstü serinlikleri, gece samanyolu -haber kanalı değil- seyretmeler, çocuklarla çocuk olmalar, uçurtma uçurmalar, bisiklete binmeler, serin çardaklarda sohbet etmeler, ler ler ler... uzun bir aradan sonra tüm bunlar çok iyi geldi desem yeridir. O zaman diyeyim: uzun bir aradan sonra tüm bunlar çok iyi geldi.Kün

Sayılı gün çabuk geçti. Bahsettiğim bu güzel anlardan sonra tekrar tarihsel kentime geri döndüm. Otobüsle altı saatte evime ulaştım. Eskiden uzun yolculukları hiç sevmezdim. Ancak, bu senenin başlarında nasıl bir motivasyon edindiysem, bir yola başladın mı biter cümlesi hiç aklımdan çıkmıyor. O yüzden ne kadar uzun olursa olsun içimde hiç sıkılma-bunalma hissi uyanmıyor. Bu da kendimde bu sene gözlemlediğim bir şey. Hayırdır inşallah diyelim.

Tarihsel kentimde de üç gün istirahat etme imkanı buldum. Kendileri sağolsun rahmetle karşıladılar beni. Bugün şu yazıyı yazdığım günün sabahı da kendisi pek rahmet-efşandı. Bu vesileylen tarihsel kentimi bana daha çok sevdiren, şu kurak günlerde rahmeti üzerimize yağdıran Mün’im-i Hakiki’ye şükranlarımı arz ederim.

Cumayı cumartesiye bağlayan gece de Batman isimli filme gitme imkanı bulduk. Film çok doyurucuyda hakkaten; sayın Nolan’a, filmde Joker karakterini icra eden toprağı bol olsun sayın Ledger Beye teşekkürlerimi hassaten arz ederim. Ancak film tahminimizden uzun sürdü saat 00:50 idi çıktığımızda. E dedik yarın da boş sevgili dostum Savaş’la sabahlamaya karar verdik. Cihangir ve Tünel’in muhtelif mekanlarında çaylarımızı yudumladık. En sonunda, o saatte kimsenin kalmadığı boğaz manzaralı Setüstü Parkında güneş doğana kadar sohbet ettik. Tarifsiz bir keyif duyduğumu söyleyebilirim, tavsiye ederim imkanı olanlara. Sabah dokuz civarında eve vardım. İçimden Matrix izlemek geldi ve üçlemeyi tekrar izlemeye başladım. Sonlara doğru bir yerde uyuya kalmışım. Hafta sonunun bundan sonrası karanlık J

Neyse yazımızın hitamında bu günden de kısaca bahsetmek istiyorum. Tatilimi henüz bitirmişken, işbaşı yaptığımın ikinci günü Ankara’ya –ki sevmediğim bir kenttir- yolum düştü. Sabah sekiz uçağıyla gidip, akşam sekiz uçağıyla geri döndüm. Gün içinde neler yaptığımdan ziyade, uçakta olduğum sürece camdan dışarı seyrederken neredeyse sarhoş oluyordum. Uçakların nasıl uçtuğunu hala kavrayamamakla beraber iyi ki de uçuyorlar dedim içimden. Harika manzaralar, harika hissedişler, hayran kalışlar, kendinden geçişler. Hele akşam dönüşü sırasında günün batımını bulutların üstünden izlemek ayrı bir keyif. Ufukta batan güneşin bulutlar üzerinde oluşturduğu renk cümbüşü bu dünyada iken görülmesi gereken başlıca şeylerden biri.

Ayrıca bugün miraç kandiliydi. Gerçi hala öyle sanırım. Neyse miraç hadisesine paralel olarak sabah yükselip gri bulutların üzerinde çıplak sıcağı hissedip, akşam dönüşündeki serinliği, o olağanüstü güzel ve haşmetli manzarayı görmek...Yani tarihsel kentimden, yani evimden, yani yeryüzünden sıkıntılı uzaklaşıp, müjdeli bir habere benzeyen gurubla evime, yani yeryüzüne dönmek.. “miraç”ı idrak konusunda beni alışık olmadığım şiddette düşüncelere daldırdığını da belirtmek isterim.

Evet, şimdi yazının hitamına geldik. Alışık olmadığım bir şekilde şu arkada bıraktığım on günlük zaman zarfını niye böyle detaylı anlattım bilmiyorum. Huyum değildir, evet, ama içimden geldi. Ve sizi temin ederim sık olmayacak J

Selametle.

Yorumlar

mq dedi ki…
otobüs yolculuklarında eger onunuzde arkanızda cıyak cıyak cırlayan, arkadan kultugunuza yapisip sallanan, yetmezse pencerenin kenarindan o kucuk, cips yagi ve salya sumuk bulasigi elleriyle sizin hulyalara dalmak icin cama dayadiginiz basinizdan sacinizi cekmeye felan calisan, anaokulunda veya evinde surekli acik duran televizyondan ogrendigi sama sapan sarkilari soyleyen, sonra yine koltugunuza yapisip sallanan, butun bunları yaparken asla ama asla susmayan bir canavar oldugunda "bir yola başladın mı biter" cumlesinin bile yardimi olmuyor, olamıyor...

yanlis anlamayin cocuklari severim :)
Dublor dedi ki…
of :) siz baya doluymuşsunuz. evet istemiyoruz öyle çocukları otobüslerde:) ben, yukarıda saydığınız kadar tahammül sahibi değilim: ilk harekette birbirine katarım otobüsü, ta ki huzura kavuşana dek :)

çocukları severiz ama otobüslerde değil :)