If the Earth dies, you die. If you die, the Earth survives.

Çok sayıda yazmak istediğim şey oldu. Ancak, hiç biri için gayret gösterip buraya aktarmaya çalışmadım. Şu an onları hatırlamıyorum haliyle.

Bayram geldi çattı. Gelirken tatili de getirdi yanında on günlük. On gün..ne yapıcam ben? Herkes memleketine falan gitti. Sonbahar geldi. Zaten kimse kalmamıştı. Yani durum böyle.

"Bleach" var, bir başka anime serisi, onu seyrediyorum bu aralar. Klavyede yazarken parmaklarımı izliyorum. Yeniköyde tekaüt tesisinde öğlen yemek yedim bugün. Güzel sakince bir yer. İzole olduğundan sebep ihtiyarlar ve bilen bir kaç gruptan başka kimse yoktu. Lüks, çok temiz bir yer değil ama tatmin oldum ben, fiyatlar da uygun. Boğaza sıfır; yemeğinizi arsız martılar ve yüzsüz kedilerle birlikte yiyiyorsunuz. Utanmadan masaya kadar çıkabiliyorlar. ******* içerken parmaklarımı izliyorum. "Telephone call from istanbul" çalıyor bir yandan. Bir yandan bir damla zehirle seviyorum bu şehri. Boğaz ve deniz ne kadar gri. Gri günler hep ürküttü beni. Arabayla giderken arka koltukta başımı yasladım ve bunu, ne kadar sevimsiz olduğunu düşündüm gri dekorun. Bir ara uyuya kalmışım. Uyurken parmaklarımı izliyorsun. Öğleden sonra hiç bir şey yapmayarak geçirdim vaktimi, sağda solda oyalanarak. Ne güzel olurdu yollarda olsaydım o zaman. Gereksiz mi çöktü üzerime bilmiyorum bu kasvet. Çöktü işte. Birinin parmaklarının üzerimde gezdiğini hissediyorum.

Evet ben de seninle aynı fikirdeyim: çok manasız buluyorum.

Animelerde böyle tam aksiyonun göbeğinde çok saçma duygusallıklar yaşanıyor. Buna katlanamıyorum. İstisnasız hangisini seyrettiysem bu böyle. Bir tarz haline gelmiş. Hikaye ne kadar iyi olursa olsun en ateşli yerinde birden adamlar sokakta misket oynadıkları günlere dönüyorlar. Kızlar ve erkekler saçma bir saflıkla ançinsan monçinsan deyip duruyorlar. Arkadaş ne alakası var. Seviyorum de bitsin işte. Yahut o benim kankam nasıl yapasın çizerim layn seni gibi şeyler. Beşiktaştaki kaymakçı Pandoya gitmeyin. Malzeme leziz, eyvallah, lakin pis bi adam.

Bir haftadır evde temizlik var. Halılar, perdeler, tüller, giysiler, camlar ve pencereler yıkanıyor. Nefret ediyorum bu süreçten. Ev her daim darma dağın, ıslak ve temiz. Halıya basmıyorum ıslak diye ve ışığı açmıyorum perde yok diye. Bayram ama olacak o kadar değil mi...

Sabahları işe giderken servisle fatih-edirnekapı-e5-çevre yolu fsm köprüsü bağlantısı-maslak güzergahını takip ediyoruz. Arka köşeye gidip otruyorum çok fazla kişi yok. Sonbahar zamanları özellikle saat yedi buçuk civarlarında sis varsa eğer kentte haliç köprüsü üzerinden şöyle bir bakın yedi tepeye. Ve devamında tam bu bu bağlantı köprüsü üzerinde fsm ye altta derin bir vadi var..alt taraf sanırım gültepe falan. Neyse, sis çökmüş oluyor. Hayalet bir şehir belli belirsiz. Beton yığını. Bir salgın sonucu bütün canlılar ölmüş ve geriye gri binalar kalmış gibi. Güzel bir görüntü.

Bunlar aklımda kalanlar. Strange world.

Bu kısır döngü son güne kadar devam edecek. Tükene tükene hafızama yer edecek görüntüler ve sesler, en sonunda hiç bir şey kalmayacak. Bir gün dönülmek istenecek anların sonuncusu yaşanacak. Dünya ölecek. Bunu tam anlamıyla, kuşkusuz anladığım gün hapı yutmuşum demektir. O yüzden belki doğrudur, belki de yaşarsam benimle birlikte dünya da ölecek; ama hemen ölmeye karar verirsem, yani tükenmeden anlar, görüntüler ve sesler...güzel hatırlayabilirim belki dünyayı ve daha da güzel olabilecek ihtimaliyle kurabilirim fantazi dünyalar.

Tam bu satırları yazarken Rimbaud'un fi tarihinde okumuş olduğum şiirini daha iyi anlayabiliyor olduğumu farkettim. Yani maksat isim yazmak değil hakkaten daha iyi anlıyorum. Tuhaf bir sevinç kapladı içimi. Manyak mı bu adam ben niye anlayamıyorum derdim hep kendime. Meğer vakti varmış haha.

şimdi bu kadar. ölelim bakalım. dünya yaşasın.






Yorumlar