Tuhaf bir yarma

Her gün onlarca şiir yazılıyor, onlarca hikaye, onlarca deneme, onlarca fikr-i sabit, onlarca eleştri ve dahi onlarca ahkam, onlarca serzeniş, onlarca deneme; evet ve de binlerce yanılma. Kişi bildiğini söylüyor, bilmediğini söylüyor, sezdiğini söylüyor, bezdiğini söylüyor, sevdiğini söylüyor, sövdüğünü söylüyor; söyleyebilmek büyük zanaat, eyvallah!


Ben bazen bu gruplardayım bazense gruplar altı. Gittikçe daha seyreliyor bu gruplara girişim. Çünkü ciddi şüphelerim var. Varlığa, hakikate, aşka, anlama dair doğru veya yanlış bildiklerim veya bildirilenler...devamlı çizgi çekmek uğraşı, çerçeveler, kanaviçeler, başağrıları, ayak havluları, el sabunları...artık şuna kanaat getirdim: biz, yani insanlar yaşadığımıza inanmıyoruz; her ne şekilde olursa olsun inanmıyoruz. İsteyen istediği gibi, sorduğu soruya göre alsın "yaşamak"tan kastın ne olduğunu, arzu ettiği gibi..inanmıyoruz, inanamıyoruz ve sorular soruyoruz, beyin fırtınaları, zihin cimnastikleri, tefekkürler...tatminsizliğimizin sınırı yok. Bizler, yaşadığımıza inanmıyoruz, ciddi şüphelerimiz var.


Akşam üstü eve dönerken yine aynı yol üzerinden eve doğru ilerliyordum, çok saçma ilerleyecek ama yazmak istiyorum: Öyle çok fazla kafamı yormuyorum sakın yanlış anlamayın, geçenlerde bir yazımın sonuna "ölümün kamusallığı" gibi bir şey eklemiştim. Bugün, benim şahsen tanışamadığım, lakin ahbaplarını tanıdığım birinin vefat haberini aldım-Allah ona rahmet etsin-. Ölüm olgusunun karşılığı hissetkilerim, hayatın kilometre taşı denilen yerlerden birinden beri farklı seyrediyor. Yine öyle ilerledi. Evet yokuştan aşağı inerken bu son kısımdaydım ve bir üst paragraftaki şeylerle karışık -ne demeli?- bir sarsıntı oluştu...


Şimdi parçaları birleştirelim.
1-Her şeyin dibine kadar iniyoruz,
2-Yaşadığımıza inanmıyoruz,
3-Ölüm haberine kamusal bir biçimde yaklaşıyoruz,
4-Ölümden korkuyoruz, ölmemek için elimizden geleni yapıyoruz



hayatımız inan/a/madığımız şeyleri korumak ve inandığımız şeyleri gözden çıkarmakla geçiyor.
bir şeyleri eksik yapıyorum.
bir şeyleri eksik yapıyoruz.


eksiler alanında dönüyor bir şeyler.
eksiler alanında bir şeyler.


ve sanırım en sonunda, bundan dolayı en iyi nasihattır ölüm.

Yorumlar

aşina dedi ki…
blogdan bloga atlayarak gezdiğim şu vakitlerde tam da "yaw herkes bişeyler söylüyor" diye başlayan düşüncelerim zihnimde seksek oynarken, yazınızı okumaya başlayınca biraz tebessüm ettim
sonra aklıma şunlar gedi paylaşayım istedim şöyle ki;
"biran herşeyi bırakıp gitmek istiyorum,o an o ortamdan soyutlanmak..." gibi serzenişlerle başlayan arkadaş dertlerini dinliyorum bu aralar. sorunun analizini yapmaya çalışıyorum. kafa yoruyorum.(ama heran değil, arada) çok da işin içinden çıkabilmiş değilim. yine de bazı fikirlerim var:)
bu insanların yaşam algılarında sorunları var gibi geliyor bana. siz yaşama inanmıyoruz demişsiniz (çok da güzel demişsiniz)sizden mesnedle onlar yaşama inanmıyorlar, benim için de geçerli olduğuna göre "yaşama inanmıyoruz" demek istiyorum.
hatta zihnimizde oluşturduğumuz bi yaşam var da onda yaşıyoruz gibi geliyor. sonra da yaşamın kendisiyle vaya hayatın gerçeği ile karşılaşınca-gözgöze gelince yaşamla- bir şok geçiriyoruz gibi. yaşamla belki de burun buruna geliyoruz bilmiyorum her neyse.. işte bu anlar da; şu zihin dünyamız ve ondan mülhem lafarımızdan ayrı kaldığımız anlar gibi geliyor. veya kendi kafamızdaki yaşantıdan kopmuş halde basit(!) yaşam teferruatlarının farkına vardığımızda olabiliyor.


Eğer kalabalık ama toplu(m)luk olamamış nufusu kabarık (bu nufusa kamu mu diyorlar ne?)
şehirlerde isek -yaşıyorsak diyemedim- ölüm bizim için dünyadan gitmek oluyor ve gitmekten korkuyoruz zira ölen için 'yaşamını yitirdi' diyen haberler zihnimizde kaybolup gidiyor günde bilmem kaç kez.
yakından hissedince de şoklanıyoruz, hem ölüm hem de yaşamın varlığının farkına varmamız sebebiyle.. kaybedince, gidenin varlığını ve yokluğunu fark etmemiz sebebiyle.. galiba 'ölümü bilmek' ağır geliyor


bütün bunları niye yazdım tam kestiremiyorum şuan.. seksek oyunu ile kesiştiğindendir belki.. dönüp okumadan yollamalıyım yoksa silinecek hepsi..:) yorum yazmak hiç adetim değil
ben de blogdan bloga devam edeyim insanlar nerelerde yaşıyor! bakayım:)

son bişey :) blogdan bloga dolaşırken şu küçükken (hala var mı bilmiyorum)sayıları(1,2,3..) takip ederek kalemimiz kağıt üzerinde dolaşırdı da bi resim çıkardı ya sonunda işte ondan oynarmışım gibi geliyor. bakalım bi şekil çıkacak mı??

tavşan çıksın isterim:)
Dublor dedi ki…
müsaade sizin, adeti bozduk yeterince mahcubuz zati.

o zaman bu tavşan sizin için gelsin: 62

selametle
selman dedi ki…
Yazı yazılalı hayli vakit olmuş. Olsun, bu kadar vakitte siyasi yazılar bile eskimez, kaldı ki bu.

Dublör beyin ellerine sağlık. Çok beğenilesi bir yazı olmuş. Tebrik falan.

Ama ben sayın ''aşina''nın yorumunda bir cümleye takıldım. Ya da o cümle benim şu andaki okumalarıma/düşünmelerime takıldı. her neyse:

''"biran herşeyi bırakıp gitmek istiyorum,o an o ortamdan soyutlanmak..." gibi serzenişlerle başlayan arkadaş dertlerini dinliyorum bu aralar. sorunun analizini yapmaya çalışıyorum. kafa yoruyorum.'' demiş sayın aşina, sonra da eklemiş: ''bu insanların yaşam algılarında sorunları var gibi geliyor bana.''

Şimdi bu cümleleri inceleyecek, bunlara katılacak yahut katılmayacak değilim. Zaten ''yaşama inanmak'' gibisinden şeyler benim ilgi alanıma girmiyor, anlamıyorum ''yaşama inanmak'' nedir, ''inanmamak'' nedir. Anladığım şu:

Zamanında Avlu'ya (sayın aşina için açıklayıcı not: avlu üç beş üniversiteli tarafından çıkarılan bir küçük edebiyat dergiciğidir) bir şeyler yazmıştım. (sekizinci sayının kırpık metinlerindeydi sanırım) Orada böyle bir şeyden bahsetmiştim: Zaman zaman insanda beliren yoğun korkudan, o korku ve kaygının uyandırdığı her şeyden kaçma, soyutlanma isteğinden.

Sonra sonra, ''Pervasız Dahiler'' diye bir kitapta, Heidegger ile jaspers'ın arkadaş oluşlarının anlatıldığı bir bölümde şu cümlelere rastladım:

''İki düşünür kısa süre içerisinde, Jaspers’in kitabında “sınır durum” dediği şeye ortak bir ilgi duyduklarını keşfetmişlerdi; “sınır durumlar” normalde Existenz’imizi sarıp sarmalayan “aldırışsızlık bulutlarının” buharlaştığı ve bizim aniden hayata ve özellikle de ölüme ilişkin temel sorularla yüzyüze kaldığımız durumlardı. Jaspers bu durumların bizde nasıl kaygı ve suçluluk hisleri uyandırdığını, ama öte yandan da bu durumlarla özgür ve sağlam bir biçimde yüzleştiğimiz zaman bunların bizim için hakiki bir hayat sürme imkanlarını araladığını tasvir ediyordu.''

Neyse, fazla uzatmayayım. Yazmak da bazen sıkıcı bir iş haline gelebiliyor. Elhasıl mevzu budur bence. Mevzu, kendini sınır durumlara çekebilecek kadar düşünce-yoğun yahut duygu-yoğun bir hayat yaşamak ve o sınır durumlarla yüzleşmektir. Bu yüzden o arkadaşların ''yaşama inanmamak'' gibi olumsuz addedilecek bir problemi yok bence. Aksine çok hakiki bir şeyle temas içerisindeler. Bir problem varsa eğer, bu sınır-durum'la yüzleşmekten kaçınılıyor olmasından neşet ediyordur o problem. Muhtemelen böyledir yani, sanırım.

Bir de bu varoluşçu felsefeden bize daha çok ekmek çıkacak sanırım :) Buraları tırtıklamaya devam.

Selamlar efem...
Dublor dedi ki…
Hoş ben hiç fazla yazmaktan sıkıldığını görmedim ama :)

Aslında anafikir son cümlelerde. Aşina'nın yargısına ekseride katılıyorum. Senin söylediğin kapı aralama gayretinin ise çok sınırlı olduğunu düşünüyorum ki, bu çabada olanlar zaten buranın konusu değildir. -Allah onlara kapılar açsın inşallah-Genelde çay/kahve masalarında meze olarak tüketilir yaşama inanmak/inanmamak.

hakiki şeye temas konusunda ise ciddi şüphelerim var. dediğim gibi mezelikten öteye pek gittiğini düşünmüyorum. Bahsettiğin Heidegger yanlış hatırlamıyorsam felsefe başlı başına gerçeği yalanlama harekatıdır benzeri bir şey de demişti.

felsefede ekmek bitmez. okusaydık zemanında keşke karnımız doyardı.

eline sağlık diyorum, yorumların bence yoruma sebep olan yazıdan da başarılı, yine görmek isteriz

selam ederiz
aşina dedi ki…
teşekkür ederim katkılarınız için, Birşeyler anladım, umarım kasteddiğiniz şeyleri anlamışımdır:)üzerinden baya vakit geçince zihnimi toparlamada zorlandım aslında. Tatilin etkisiyle olacak "aldırışsızlık bulutları" tarafından sarıldım sanırım:)gitmek filan istediğim yok, ancak problem tam olarak çözülmüş değil (benim açımdan)

"Yaşama inanmamak" hakkında birşeyler söylemek isterim, bu durum inançsızlık gibi olumsuz bir durum değil, tabi çok da olumlu olduğunu söyleyemem. yaşamın farkına varamamak belki.yaşamın farkına vardığımız an sınır durumlar oluyor zannımca,sınır durumlar, hakikatin farkına varmak açısından olumlu tabiki..
zihnimi meşgul eden şey, sınır durumla yüzleşme anından çok, yaşama inanmama anını teşkil eden(niye benzetmeye çalışıyorum anlamadım ama) "aldırışsızlık bulutları"..

yukarıda "zihnimizde oluşturduğumuz bir hayat.." diye söylediklerim de zihnimin bir kenarında beni de beni de diye bağırıyorlar:) da onları karıştıramayacak kadar zihnim dağınık şu an..

diğer yandan gitme isteğinden sonra beliren hisleri de pek anlamlandıramıyordum,sağolun.. zihnim bir süre "kaygı", "suçluluk", "sağlam ve özgür bir biçimde yüzleşmek" ile meşgul olacak..

"Mevzu, kendini sınır durumlara çekebilecek kadar düşünce-yoğun yahut duygu-yoğun bir hayat yaşamak ve o sınır durumlarla yüzleşmektir." buyurmuşsunuz, sınır duruma çekmekten kastınız aldırışsızlık bulutlarından sıyrılma çabası mı oluyor? eğer öyleyse önce bu bulutların farkındalığı sonra kurtulma çabası olacaktır ki bu gayet mahir bir yiğidin harcıdır. bu zevata zaten sözümüz yoktur. Lakin dinlediğim arkadaş dertleri böyle bir kurtuluş çabasından ziyede böyle bir hal içinde olmaktan ileri gelmekte. sanki biraz gayr-i iradi..


ayrıyeten blogdan bloga seksek beni, sanırım tanıdık avlulara getirmiş:) "Avlu" için bilgiye gerek yok yani. takipteyiz hatta:) dergicik değil de boşluksuz dergi:) desek?
sizin bahsettiğiniz kırpık metinin, karedeniz pidecisi ile bağlantısı varsa hatırlıyorum sanırım. metinden hatırladığım pide kısmı gibi anlaşımasın:) o vakitler bahsettiğim derde bulaşmış bir arkadaşı beklerken okumuştum yazıyı:) güzel bi tevafuk di mi;) arkadaş gelince al bunu okumalısın demiştim de hatta okuyup duygulanmıştı:) pideyi hatırlıyor olmam da benim okuduktan sonra verdiğim anlık bir tepkiden kaynaklanmakta. Şöyleki "tek başına pide yemeye gidersen böyle olur" bu tamamen saçma sapan bi tepki.. hatta okuyucunun haddini aşan bi tepki.. pideyi kaç kişi ile yediğinizi bildiğimden filan değil de, böyle durumların genellikle yanlız anlarda olduğunu düşündüğümdendi. günahınızı aldım affola.. zihnimi meşgul eden düşünce ile çakışmasınan kaynaklandı. (kütüphaneler de böyle yerler:) )
imsak vakti beklerken değerlendirilmeye çalışılan vakit sona erdi, kandiliniz mübarek ola..
-derginizin temmuz ayı çıktı mı acaba?
selman dedi ki…
eyvallah dublör bey,

yoruma dair sözlerinizi evsahibinin konuğu taltifi kabilinden değerlendiriyorum :) yoksa estağfirullah.

bakmayın böyle çok yazdığıma, yazmaya bir başlayınca nasıl oluyorsa uzatıyorum lafı. normalde acaip üşengeç birisiyim sanırım, diğer bütün konular gibi yazmak da dahil buna. ama yazmayı fazlasıyla önemsediğimden biraz zorluyorum kendimi oraya buraya bir şeyler karalamak için. yazının ehemmiyeti başlı başına bir konu. girmeyeceğim şimdi oralara. üşeniyorum :)

sayın aşina;

"sınır duruma çekmekten kastınız aldırışsızlık bulutlarından sıyrılma çabası mı oluyor?" diye sormuşsunuz: aynen öyle.

sanıyorum, normalde orta-alanda (ortak-alanda) top çeviriyoruz biz. burası merkez. burada aldırışsızlık bulutlarıyla çevriliyiz. alışveriş yapıyoruz, okula gidip geliyoruz, sohbet muhabbet ediyoruz, çay-kahve içiyoruz, hatta hakiki meseleleri çaya kahveye meze yapıyoruz. ama bunları yaparken hep uyanık ve tetikte olan bir bilinçle değil, sosyalleşmiş, tedirginlikten uzak olan bir bilinçle yapıyoruz. dediğim gibi, buralar hep merkez.

halbuki edebiyat yahut (akademik olmayan, doğrudan doğruya bize temas eden) felsefe vs. bizi bu orta-alandan kenarlara, marjinale çeken bir tetikleyici vasıtası görüyor. tabi eğer bu etkilere açıksak. (sanırım biraz psikolog cümlesi gibi oldu bu cümle. halbuki hiç mi hiç hazzetmem psikolojiden :)

aklıma bir alıntı geldi şimdi, kurt vonnegut'un otomatik piyano'sundan (kitabı okumadım, yalnızca alıntıyı okumuştum internette bir yerden :) alıntı şöyleydi:

"'gercekle temasini henuz kaybetmis degilsin. sanirim mesele de bu..'
'koptu kopacak.'
'bir psikiyatr yardimci olabilir. Albany'de iyi bir adam var.'
finnerty basini salladi. 'o beni merkeze geri ceker, bense ucurumdan asagi yuvarlanmadan mumkun oldugunca kenarda kalmak istiyorum. kenarda ortadan goremedigin bir suru sey goruyorsun."


bu alıntı benim zihnimi epey açmıştı: "uçurumdan aşağı yuvarlanmadan mümkün olduğunca kenarda kalmak". vay be!



(bu arada avlu'yu yazın çıkarmıyoruz. dolayısıyla temmuz sayısı diye bir şey yok :)

selamlar.