Sadrım Alışır

Sabah yedi civarında başlıyor koşturmaca. Genelde geçmiş günün hakkını vermeden. Sekizde bismillah diyorum. Öğlene kadar vakit nasıl geçiyor anlamıyorum. Ya da vaktin nasıl geçtiğini gayet iyi anlıyorum. Öğlen birde eğitim başlıyor, akşam altıya kadar. Altıya yaklaştıkça saat bazı kapılar kapanıyor, bir nevi overdose. Bacaklarım yürümekten imtina ediyorlar. Akşam bir yemek var. Katılmam gerekiyor. Katılıyorum. Hoş beş ile hava ve su. Yemekler yeniyor. Kahveler içiliyor vs. Sigara içilmiyor içeride. Dışarı çıkıyorsunuz. Arada bir dışarı çıkıyorum. O saatte artık ziyaretçilerin gelmesi yasak. Bu yüzden İstanbul’u yalnız başıma seyredebiliyorum. Fatih, Eminönü, Beyazıt, Eyüp, Üsküdar, Beyoğlu, Kabataş, Kadıköy, Haydarpaşa, Cihangir; gözün alabildiğine akşam ve sisle, ya da bacalardan çıkan dumanla kaplı. Hava ısırıyor. Seyrederken akşam ve sis üzerinize çöküyor. Bünye müsait haliyle, et ve kemik koyvermeye. Basıyor yükseklere çıkıyor. Üflediğiniz duman geri geri geliyor, siniyor. Bazı martıları görüyorum grup halinde ve bazen tek başlarına. Birine gözüm takılıyor. Kulenin etrafında büyük daireler çiziyor, ama alçaktan. Gözlerimle takip ediyorum. ediyorum, ediyorum, ediyorum… Dönüyor. Bana yöneliyor. Korkuluklara dayanmış haldeyim. Yaklaşıyor. İstifimi bozmuyorum, gözüm üzerinde. Tam ortasındayım korkuluğun, Eminönü’ye bakıyor yüzüm. Yaklaşıyor. Korkulukların başlangıç ve bitişlerinde büyük, taştan topuzlar var. Yarım metre mesafedeler. Yaklaşıyor. İstifimi bozmuyorum. Yere paralel gövdesi. Önce kafasını kaldırıyor, sonra bacakları aşağı, kuyruğu aşağıya doğru yönelirken bir yandan da aralıyor, geniş bir yelpaze şimdi. Kanatların yere doğru eğimi artıyor dikleşiyorlar, hızı kesmek için dikeye yakın halde, sanki geriye doğru kanat çırpıyor. Yavaşlıyor, yaklaşıyor. Solumdaki topuz boş ve sağımdaki de. Kanatlarını sık çarpıyor ayaklarını gererek uzatıyor. Topuzunu üstüne son bir hamleyle konuyor. Kuyruğunu düzeltti, göğsü şimdi dik tekrar. Kantlarını topluyor ve iki üç kere tüylerini düzeltiyor, iyice yerleştiriyor kanatlarını. İşte bunlar olduktan yaklaşık bir, bir buçuk saniye sonra her dafasında kuyruklarını tekrar bir titretip/düzeltip, kanatlarını bir kere daha düzeltirler. O da yapıyor. Kanatlarının üst kısmı gri. Göğsü, boynu, başı geri kalan yanları beyazdan daha beyaz. Gagası sapsarı. Tam ucundaki hafif eğimin başladığı yerde kırmızı bir leke var- hep olur zaten-. Dikkatle beni izliyor. İstifimi bozmadan ben de ona bakıyorum. Konuşmaya başlıyoruz. Yaklaşık onbeş dakika konuşuyoruz onunla. Yaklaşık on beş yıl sonra on beş asır. Geri dönmesi gerektiğini söylüyor, o söylemese de bakışlarından ben anlıyorum zaten. Konuşmuyoruz artık. Elinde fotoğraf makinesi olduğu halde biri kapıdan dışarı çıkıyor. Ağzıyla garip sesler çıkararak ona yaklaşmaya çalışıyor. Tekrar Eminönü tarafına çeviriyorum kafamı. Tekrar kanatlarını açıyor. Fotoğraf makineli yaklaşıyor, o havalanıyor ve gözden kayboluyor. Anlamadığım bir lisanda söyleniyor fotoğraf makineli olan.Bir süre gözlerimle onu takip ediyorum, uçarken. Zayıf ışıkların arasında önce zayıf bir karaltıya, sonra da akşam ve sise dönüşünceye kadar onu takip ediyorum gözlerimle. Her şey ilk haline dönüyor. Sigaramı söndürüyorum ve içeri dönüyorum.

Yorumlar