iran (2)

Muradımıza ererken...

4.500 km.’lik bu uzun parkurun başlangıcı İstanbul’da oturan bizlerin doğu olarak nitelendirdiği, tarihi ve doğal güzellikleriyle bir çok batıdan daha çekici olan Van kentiydi. Sıcak bir ağustos gününde yola başlayarak, Van gölünün kıyısında kuzeye doğru yolumuza devam ederken sol tarafımıza yerel halkın deniz diye tabir ettiği mavilikleri, sağ tarafımıza ise bu maviliklerin sonduğu cömert yeşillikleri almıştık. Yol tabelelarının bile göstermekten erindiği Muradiye şelalesi karşımıza çıkan ilk cazibe noktasıydı. Özellikle kış aylarında donduğu zaman heybetli bir görüntüye bürünen bu şelale düz ayak bir yolda Muradiye ilçesine 10 km. mesafede yer alıyor.



Tendürek’in eteklerinden gelen azgın kar sularının yardığı bir vadi üzerinde akan bu şelale, yılın dört mevsimi ziyatçiler bakımından aktiftir. 15-20 metre arasındaki şelale yüksekliğinden akan sular bir kaç km. aşağısında Şeytan Köprüsü altından bir kere daha düşüyor yatağına. Bu iki mekanı gördükten sonra yolculuğumuz kuzeye doğru devam ediyor. Bir korku filmi platosunu andıran Tendürek’in volkanik kalıntılarının arasından yolculuk Doğubeyazıt ovasına kadar sürdü. Bu yol üzerinde, belki de 40 km. uzaktan, Ağrı Dağı heybetli duruşuyla ilk görüntülerini vermeye başlıyor.



Doğubeyazıt daha çok gelişmiş bir köy havasıyla sizi karşılıyor. İlçe merkezine ulaştığımızda Ahmed Hani festivalinin tam ortasında buluyoruz kendimizi.



Doğubeyazıt dendiğinde akla hemen İran sınırı geliyor. Ülkeden çıkış işlemlerinin belli bir vakit alacağını öngörerek bir an önce sınır kapısından geçmeyi hedefliyoruz. İran’a sınır geçişi vize gerektirmiyor. Ancak geçişi aracınız ile yapacaksanız karneli triptik denen depozitolu bir belgeyi edinmeniz gerektiriyor. Sınırdaki otobüs konvoylarında ilk meraklı bakışlı gözlemliyorsunuz. Otomobille gelip geçen kişi sayısı oldukça çok olsa da motosikletle yol almanın daha çok merak uyandıran bir şey olduğunu anlıyorsunuz. İlk günün geri kalan yolculuğu Tebrize ulaşmak amacıyla araç üstünde durmaksızın devam ediyor. Yer yer verdiğimiz molalarda yöredeki Azeri-Türk nüfusunun sıcak tavrını hissediyorsunuz. Durakladığımız bir büfenin hemen önünde toplanan gençler, bize yoğun ilgi gösterdiler. Sedire buyur ederek çay ikramında bulundular. Yaklaşık bir saat Türkiye ve İran hakkında karşılıklı merak ettiklerimizi paylaştık.



İran’a giriş yaptıktan sonra Tebriz’e kadar rotamız Maku ve Marand kentlerinden geçiyordu.



Tebriz, Türkiye sınırına yaklaşık 300 km. mesafede hemen yanıbaşımızda bir şehir gibi. İran’da yerleşimin yoğunlaştığı bölgeler kentler olduğundan, buralarda nüfus çok fazla. Konfor aramayan bir bakış açısıyla gece yarısı ulaştığımız Tebriz sokaklarında kendimize uygun bir otel buluyoruz. Gezinin nihai hedefi Isfahan tarafına inmek olduğu için, Tebriz’i dönüşte ziyaret etmek üzere otelde konaklayarak sabah erken saatlerde tekrar yola çıkıyoruz.



İkinci gün amacımız gezinin hedef noktası olarak belirlediğimiz Isfahan’a ulaşmak. İran’ın oldukça iç kesimlerinde yer alan Isfahan’a kadar uzun bir yol bizi beklemekteydi. 1200 km.’lik uzun bir mesafeyi, yol standardı yüksek ancak mola standardı düşük İran yollarını kat ederek devam ettirdik.



Tebriz – Isfahan arasındaki rotamız Zencan’a kadar otoyol üzerinden devam etti. Daha sonra hem yolu bir nebze kısaltmak hem de otobandan çıkıp kentlerin, dolayısıyla devam eden günlük hayatın içinden geçmek adına Tahran’a devam eden yolu terk ederek, Takistan, Buin-zehra, Save, Delican, Şah-in-şehir üzerinden Isfahan’a ulaşmaya karar verdik.



Güneye indikçe Türkçe kullanımının oldukça azaldığı, etnik ağırlığın Türkten Farisiye dönüştüğü bir yapı gördük. Tebriz’e kadar, ülkemizde de görmeye alışık olduğumuz Türkçe tabelalar ve yerleşim biçimleri Isfahan’a yaklaştığımız sırada oldukça azalmıştı. Isfahan’a ulaştığımızda ise az zamanda çok yer gezmeye göre planladığımız rotamızda “esas mekan”a ulaşmanın verdiği huzurla uyuduk.



Yorumlar