anadoludan görünüm.

size biraz engin yeşillikleri ve türlü türlü haşeratıyla köyümden bahsetmek istiyorum. köyümüz böyle dağlarda ormanların arasında yemyeşil bir yer. burada çeşitli ağaçlar var. bu ağaçlardan zaman zaman odun yapılır. odun yapılırken kütüklerin etrafı biçilir. özellikle çam ağacından odun yapılır. kabukları kıylır ve bu bir nevi atıktır. yolların etrafında meşelerin ve çamların dibine dökülmüş ağaç kabukları ve çam kozalakları yığınları görebilirsiniz. ben görüyorum eminim siz de görürdünüz.
işte bu atıkların içinde zaman zaman başka ağaçların meyveleri ve tohumları da yer alır. şu halde alelade bir orman gezisinde, alelade ağaç artıklarının arasında boy vermiş çeşitli ağaçlar görebilirsiniz. Bunlara örnek olarak ceviz ağacını vebiliriz. son ziyaretimde ceviz fidanlarını oldukça sık gözlemledim. öylece kıyıda köşede, yahut atıkların içinde nasıl da boy vermişler yemyeşil. ceviz ağaçlarını severim. rahmetli dedemin de cevizleri sevdiğini düşünüyorum.

geçen postumda bahsettiğim, son yolculuğumda tam safranbolunun yeni kısmından eski kısmına inen yokuşun başında birden ihtiyar bir amcanın dur yolcu şeklindeki el işaretleriyle yarı bilinçsiz bir şekilde durdum. o da kapıyı açtı ve direk oturdu. ne tarafa gidiyorsun dedi dedim araç yoluna. tamam ben de toprakcumaya gidiyorum. ama dedim ben yolun yarısıda köye çıkıcam dedim yani, yoldan ayrılana kadar bırakırım dedim. tamam dedi. yolumuza devam ettik, sohbet gittikçe genişledi ve akraba çıktık. yedi sülalemiz ve torun tombalak ve henüz bir saat önce hastanede yediği iki serum hakkında konuştuk. vakit hızlıca geçti ve ineceği noktaya yakın, yanımızdan geçip giden traktöre sanki uzanmaya çalışırcasına ah geçti gitti, hazır direktör şeklinde bir nara attı. dedim amca o kadar akraba çıktık ben seni atarım cumaya rahat ol. o da ya yolundan etmeyeyim falan filan, neyse ben bağladım işte uzun etme gel benimle dedim. velhasıl götürdüm onu civarına kadar. inerken a.r.o. serenatları arasında soğuk bir şeyler içmeye, sıcak bir şeyler yemeye bin dörtyüz kerre falan davet etti beni. dedim bekleyenim var, beni beklerler anlarsın ya, iyi dedi gelirsen beklerim. sonra ben u dönüşümü tamamlayıp tekrar yola kapaklanana kadar ardımdan seyretti. akabinde dikiz aynasından gördüğüm ağır aksak istikametine doğru yöneldiğiydi. bunu niye anlattın derseniz, hiç hesapta yoktu, yalnız bir üst paragrafta rahmetli dedemden aniden bahsedince bu da zırt diye çıkıverdi işte. amca, dedeme pek benziyordu. hatta bir iki seneye-belli oluyor bazen- rahmetli olunca iyice dedemvari bir insan olacaktı. bu tip şeyler oluyor, acı ama gerçek her canlı ölümü tadıyor. sur borusu geldi aklıma birden, allah günah yazmasın vuvuzela da geldi şimdi aklıma kıh kıh.

köyümünüz envai çeşit tamirat tadilat işlerini dayımgiller görür. inşaat, elektirk, sıhhı tesisat, bilumum bağ bostan tel örgüsü, ne bileyim kapıydı bacaydı hepsi dayıma bakar. dayımla adaşız. yılın soğuk günlerini kentte geçiren ihtiyarlarımız, ilkbahar sonlarına doğru köye damlamaya başlar ve birden tadilat tamirat işlerine girişirler. gariptir bütün yaz bunlarla geçer. her sene herkes nerdeyse tüm evini baştan aşağı yaptırır. gariptir. ben anlamam. neyse, dayımın bu sene faaliyetlerine bir zanaat daha eklemiş ablamın dediğine göre. o da damda koyun klonlama. bir tane koçu var salıyor çayıra çimene, gelince bu kimin dedim, o dolly dediler dayım klonladı damda. komikti yani hehe. neyse bu sene yine bir yenilik arıları bal vermiş, herkese gururla ikram etti köy ortasında, e ben de tattım tabi, güzeldi. bu arıları kışın şeker veriyormuşsunuz nasıl veriyorlarsa artık, onlar da bal yapıyorlar. arılar mübarek hayvanlar.

işte bunlar köyümüzden çeşitli haberler.

yolculuğum sırasında, ne alaka bilmiyorum kuş uçmaz kervan geçmez bir benzin istasyonunda durarak altı adet mum ve bir gazoz aldım. gazozu içerken ismine baktım. niğde gazozu yazıyodu. vay bu muymuş dedim niğde gazozu o meşhur. ama rastlaştığımız nokta çok ilginç yani. ne alaka kastamonu yolu üzerinde bir tüpgaz istasyonu. hayat ilginç karşılaşmalara her an gebe, olacak olan her yanda olageliyor, oluyor.

sosyal paylaşım ağlarınının tüm cazibesine rağmen, çet yapmaktan vazgeçmiyorum. bu noktada eflatunun mağaradaki gölgeler teorisinden esinlenerek yazmış olduğum bir monologu da sunmak istiyorum.

-naber
-naber dedik.
-alo
-elizabeti izliycem
-ben kaçtım eyv.


hafta sonu konyadayım, beklerim.










Yorumlar

Esma dedi ki…
benim köyüm yok, o acı. anılarım her türlü coğrafyaya saçılmış durumda. köyü olanın rutini oluyor, geleneği oluyor, yerine getirince rahatladığı alışkanlıklar felan. felan kelimesini çok severim. bir de ceviz ağacını ben de severim. çocukluğumun önemli bi kısmı onun üzerinde, avuçlarım yeşil geçti. dedene Allah rahmet eylesin.
Dublor dedi ki…
konyada şunu gördüm ki muhakkak istanbulda da vardır. bir takım girişimciler ny belediyesinden ilham alarak, hobi bahçeleri adı altında mekanlar kurmuşlar. şehir insanları gelip burada iki üç m2 yer alıyor ve domates, biber efendime söyliyim çeşitli fidanlar, aşlaklar dikebiliyorlar. fasilite alanında dünyayla yarışıyoruz daha ne diyim. gez dünyayı gör konyayı ek domatesi biç pırasayı.

vakti gelince bir köyün olacak eminim. belki çocuklarının vaktinin önemli bir kısmı orada geçer, ceviz eşersiniz, beraber yeşillenirsiniz felan. inşallah.
ve amin.

cevizin çetin denilen bir çeşidi de vardır bilirsin mutlaka. zorludur, kolay kolay eşilmez, yorar insanı ve çoğu zaman pes ettirir. şimdi aklıma yine densiz bir şey geliyor, adem böyle bir ceviz ağacına denk gelseydi, belki de yırtmıştık ha ne dersin?
Esma dedi ki…
istanbulda hobi bahçelerine toprak ayırmaz ki büyüklerimiz. keşke olsa, hobi bahçesi olmasa da mesela koca koca parklar olsa ama gülhanenin 10 katı büyüklüğünde. o bile güzel olur, yeter, artar. kayseride dedemin hobi bahçesi vardı, oyalanıyordu kendi kendine. ama hobi bahçeleri kaldırılıp yerine başka birşey yapılacak diye duymuştum yamulmuyorsam. zaten dedem ömrünün son iki yılında bağ almıştı kendine, hobi bahçesinden oraya transfer ettik kendisini.


amerikanların bir lafı vardır, funny thing diye. cuk oturacak şimdi gelecek olan cümleye. funny thing, ben de bugün yitik cennet'i okuyordum. orada şu tarz bir şey diyordu; yaratılışın devamı ve kemali için şeytanın şeytan, yılanın yılan, adem'in adem, havva'nın havva olması; cenneti bulmaları için cenneti yitirmeleri gerekiyordu. ''durmaksızın yaradılış tamamlanıyordu. kadın da karışmıştı varoluş ayinine. ayin büyüyordu. ayinin ortasında adem yüceleşiyordu.'' ''çocukluktan çıkarken cennetten kovulan ve havva ile yeniden dünyayı aşıp cennete ulaşacak olan ademdir insan.''

belki de çetin ceviz olan cennettir?
Dublor dedi ki…
cennet, çetin ceviz şu içinde bulunduğumuz yerde. yaratılışın kemali üzerine akıl yürütemiyorum, çünkü hikayenin ortasında bir yerden başladık, çoğu zaman döngünün kemalatı için arada kaynayan, eşilmekten vazgeçilip kenara koyulan cevizler gibi hissetmem de bu yüzden belki.

kolay yolu tercih ediyorum, daha doğrusu hayal ediyorum. geçmişe dönük hayaller, geleceğe yönelik olanlardan daha güvenli gibi sanki.mümkün olduğunca başa dönük ya öyle olsaydılar, tam benim gibi tembellere göre.

yazıyor ya en yukarda, kanatlı şeyler beni heyecanlandırıyor diye. yürümek yok, bazen kanat çırpıyorsun, çoğunlukla süzülüyorsun. kuşlar, çoğunlukla, hatta neredeyse her zaman ayakları yere bastığında ölüyorlar.

bir de kuyudan su doldururlar güğümlere. buz gibi, soğuktur. ve içine ceviz yaprağı atarlar getirirken, üzerinde durur.

ferahlatıcı şeylere ihtiyaç var, çetin cevizlere değil belki de.