Gözlem yoksa gözlenen var mıdır? Bir nevi belirsizlik ülkesi.

Fatih, sonunda üniversiteyi bitirmiştir. Cebinde elli mark vardır. Ya memlekete dönecek ya da İstanbul'a gidecektir. Bir de İstanbul'u göreyim der...

Uzun bir süre memleketten arkadaşlarının yanında kalır. İş bulma ümidi tükenmiştir. Ertesi gün memlekete dönmeye karar verir ama gelmişken de bir Fener maçına gideyim diye düşünür, öyle ya anlatacak bir şeyleri olsun İstanbul'a dair. Otobüs parasını ayırır. Memlekete dönüşünü bir gün erteler. Maçtan geldiğinde yorgundur.Çantasını hazırlarken evin telefonu çalar, arkadaşları evde olmadığından o açar telefonu. Arayan Mehmet'tir:

-Sa Fatih sen misin?
-As Mehmet benim ya..
-Ne haber, nasılsın?
-Çok şükür be Hacı Mehmet, geldik işte dolaştık iş bulamadık dönüyorum yarın memlekete, sen nasılsın?
-İyiyim ben de şükür, işin aslı ben de çocukları bu yüzden aradım, Şişli'de bir şirket var, orda bir abimiz eleman sormuştu, madem sana nasip yarın bir baksan?
-Olur hacım bakayım da Şişli neresi, nasıl gidilir.
-Şimdi caddeden 87 ye bin...
....
Fatih, yarın Şişli'ye, tarif edilen şirkete gider. Şirketin sahibi bey hemşehrisidir ve onunla aynı ihl den mezundur. Çaylar söylenir, cv verilir, koyu bir sohbete dalınır. Fatih iki gün sonra işe başlamıştır.
...
Günler geçmekte, Fatih, arkadaşlarının yanında kalmaya devam etmektedir. Bir kaç gün sonra yine akşam vakti, yine telefon çalar, Fatih telefonu açar, karşısındaki Yavuz'dur. Yavuz da memleketten arkadaşıdır. Hoş beş sohbetten sonra Fatih Camiinin avlusuna geliyorum hemen çık gel görüşelim der. Fatih, Yavuz ile avluda buluşur. Hasbihal sohbetten sonra Yavuz, "gel seninle bir yere gidicez" der. Fatih'i alır götürür. Daha sonra Samatya olduğunu öğreneceği semtte bir eve giderler. Yavuz, "Fatih, artık burada beraber kalacağız der". Fatih ısrarlara dayanamayarak, en son kiranın yarısına ortak olmak kaydıyla teklifi kabul eder.
...
Yıllar geçer.

Akşamleyin iftardan sonra, montumu bulamayınca biraz da parlayarak evden çıktım. O sinirle tüm Fevzipaşayı turladıktan sonra her zamanki gibi pişman olarak dönüşe koyuldum. Patronum aradı, at meydanına gittim. Müteakiben iki dostum daha katıldı bize. Birbirini tanımayan üç insanın ortak paydası olarak masada oturuyordum. Bu tip durumlarda tarafları kaynaştırma vazifesini kendimde görüp biraz rahatsız olurum ya birbirlerine ısınamazlarsa diye. Yine o hisler basmışken o üç kişi beni on seneden beri olduğu gibi yine rahatlattı. Şanslıydım.

Fatih ile başbaşa kaldığımızla yukarıdaki hikayenin de geçtiği uzun bir sohbete daldık. Nasıl da özlemişim onu. Yıllar sonra bakınca başımızdan geçenlere gülmekten kendimizi alamadık, ne çok şey yaşamıştık ne tufanlar ne bostanlar..

Şimdi balkonda ayaklarımı uzatmış düşünüyorum, ne haldeydik nerelere geldik. Özlediğimiz pek bir şey kalmamış, yitiklerimiz çok. Yaşanmış ve bitmiş. Bunlara rağmen hala umduklarımız var hayattan.

Rabbim veriyor, sonra alıyor da. Ya da tam tersi. Nasipten öte gidilmiyor. Kendi kendimize halden hale girip duruyoruz ve heyhat hükmümüz geçmiyor aslında.

Bugün rüzgarı fazlaca hissediyorum.

Uçurumun kenarındayım hakkaten Hızır.

Yorumlar